Sitenin sağında bir giydirme reklam
NEMS
Sema Yurtbilir Yavuz
Köşe Yazarı
Sema Yurtbilir Yavuz
 

Seçmek tamam da, ya seçilmek?

  Bugün “5 Aralık Türk Kadınının Seçme ve Seçilme Hakkı Günü”. Türkiye Cumhuriyeti, kadınlara seçme ve seçilme hakkı veren ilk ülkelerden (1934). Nereden nereye gelmişiz demeyi çok isterdim ama maalesef diyemiyorum. Türkiye’de kadının seçme hakkı konusunda bir sorun olmadığını kabul etsek de, seçilme hakkı konusunda ciddi sorunlar olduğunu görmezden gelemeyiz. İstatistikler ve sayısal veriler bu gerçeği yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Türkiye’de nüfusun yüzde 50’den fazlasını kadınlar oluşturduğu halde, bugün, TBMM’de kadın milletvekili oranı yüzde 14,73’tür. Bu oran, kadınların siyasete katılımında dünya ortalamasının bile altındadır (yüzde 22). Son seçimlerden sonra 43 ilin kadın milletvekili yoktur. Dünya geneline baktığımızda, kadınların parlamentolarda yer alma oranının en yüksek olduğu bölgenin İskandinav ülkeleri olduğunu görüyoruz.(yüzde 41,5) Arap ülkelerinde yüzde 16,1 olan bu oran, Pasifik ülkelerinde yüzde 15,7, Asya ülkelerinde yüzde 18,4’tür. Türkiye’deki oran, bu rakamların tamamının altında kalmaktadır. Bürokraside kadının yerine bakıldığında; Türkiye'de 27 kabine üyesinden sadece 1’i kadın bakandır. Bu da cinsiyete dayalı iş bölümünün yansıması olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’dır. TBMM’de bulunan 18 ihtisas komisyonunun sadece 1'inde kadın başkan görev yapmaktadır. Türkiye’deki 30 büyükşehir belediyesinin sadece 3’ünün başkanı kadındır. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ve Askeri Yargıtay içinde sadece 1 kadın başkan bulunmaktadır. 81 ilde sadece 2 kadın vali varken, emniyet müdürlerinin tamamı erkektir. Bütün verileri topladığımızda, bürokraside kadın yönetici oranı yüzde 9,8’dir. Bu verilerin ve daha sayamadığımız birçok verinin ışığında, kadınların karar alma süreçlerine yeteri kadar dâhil edilmediğini görüyoruz. Oysa bir ülkenin gelişmişlik düzeyi ile kadınların karar alma mekanizmalarında rol alma oranı doğru orantılıdır ve birbirini etkileyen faktörlerdir. Türkiye’deki siyasal partilerde, kadınların daha çok “kadın kolları” çatısı altında cinsiyete dayalı bir ayrım ile görev aldıklarını, partilerin yükünü en çok omuzlayan kesim oldukları halde, karar alma mekanizmalarında var olma mücadelelerinin, erkek egemen siyaset anlayışı ile engellendiğinigörüyoruz. Kadın, evdeki iş bölümünü siyasal partilerde de devam ettirmektedir. “Seçim kazandıran ama seçilemeyen” kadınların önünü açmak için “kota” uygulamaları getirilse de, kadının siyasal katılımını teşvik için uygulanması gereken kota, bir süre sonra kural haline getirilerek kadının önüne ikinci bir engel olarak konuluyor. (1/4 oranı gibi) Bütün bu değerlendirmeler ışığında diyoruz ki, kadın, iş hayatında, sosyal hayatta var olması gerektiği gibi, karar alma süreçlerinde de var olmalıdır. Ehliyete, liyakate göre değil, cinsiyete göre karar alıcılar belirlemek, Anayasal anlamda ayrımcılıktır, insan hakkı ihlalidir. Türkiye, cinsiyet eşitsizliği uçurumunda 2017 yılında 144 ülke içinde 131’inci sırada yer aldıysa, bunun nedeni, toplumda erkek egemen yapının ve zihniyetin kırılamamasından başka bir şey değildir.
Ekleme Tarihi: 05 Aralık 2017 - Salı

Seçmek tamam da, ya seçilmek?

 

Bugün “5 Aralık Türk Kadınının Seçme ve Seçilme Hakkı Günü”. Türkiye Cumhuriyeti, kadınlara seçme ve seçilme hakkı veren ilk ülkelerden (1934). Nereden nereye gelmişiz demeyi çok isterdim ama maalesef diyemiyorum. Türkiye’de kadının seçme hakkı konusunda bir sorun olmadığını kabul etsek de, seçilme hakkı konusunda ciddi sorunlar olduğunu görmezden gelemeyiz. İstatistikler ve sayısal veriler bu gerçeği yüzümüze tokat gibi çarpıyor.

Türkiye’de nüfusun yüzde 50’den fazlasını kadınlar oluşturduğu halde, bugün, TBMM’de kadın milletvekili oranı yüzde 14,73’tür. Bu oran, kadınların siyasete katılımında dünya ortalamasının bile altındadır (yüzde 22). Son seçimlerden sonra 43 ilin kadın milletvekili yoktur.

Dünya geneline baktığımızda, kadınların parlamentolarda yer alma oranının en yüksek olduğu bölgenin İskandinav ülkeleri olduğunu görüyoruz.(yüzde 41,5) Arap ülkelerinde yüzde 16,1 olan bu oran, Pasifik ülkelerinde yüzde 15,7, Asya ülkelerinde yüzde 18,4’tür. Türkiye’deki oran, bu rakamların tamamının altında kalmaktadır.

Bürokraside kadının yerine bakıldığında; Türkiye'de 27 kabine üyesinden sadece 1’i kadın bakandır. Bu da cinsiyete dayalı iş bölümünün yansıması olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’dır. TBMM’de bulunan 18 ihtisas komisyonunun sadece 1'inde kadın başkan görev yapmaktadır.

Türkiye’deki 30 büyükşehir belediyesinin sadece 3’ünün başkanı kadındır. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ve Askeri Yargıtay içinde sadece 1 kadın başkan bulunmaktadır.

81 ilde sadece 2 kadın vali varken, emniyet müdürlerinin tamamı erkektir.

Bütün verileri topladığımızda, bürokraside kadın yönetici oranı yüzde 9,8’dir.

Bu verilerin ve daha sayamadığımız birçok verinin ışığında, kadınların karar alma süreçlerine yeteri kadar dâhil edilmediğini görüyoruz. Oysa bir ülkenin gelişmişlik düzeyi ile kadınların karar alma mekanizmalarında rol alma oranı doğru orantılıdır ve birbirini etkileyen faktörlerdir.

Türkiye’deki siyasal partilerde, kadınların daha çok “kadın kolları” çatısı altında cinsiyete dayalı bir ayrım ile görev aldıklarını, partilerin yükünü en çok omuzlayan kesim oldukları halde, karar alma mekanizmalarında var olma mücadelelerinin, erkek egemen siyaset anlayışı ile engellendiğinigörüyoruz. Kadın, evdeki iş bölümünü siyasal partilerde de devam ettirmektedir. “Seçim kazandıran ama seçilemeyen” kadınların önünü açmak için “kota” uygulamaları getirilse de, kadının siyasal katılımını teşvik için uygulanması gereken kota, bir süre sonra kural haline getirilerek kadının önüne ikinci bir engel olarak konuluyor. (1/4 oranı gibi)

Bütün bu değerlendirmeler ışığında diyoruz ki, kadın, iş hayatında, sosyal hayatta var olması gerektiği gibi, karar alma süreçlerinde de var olmalıdır. Ehliyete, liyakate göre değil, cinsiyete göre karar alıcılar belirlemek, Anayasal anlamda ayrımcılıktır, insan hakkı ihlalidir.

Türkiye, cinsiyet eşitsizliği uçurumunda 2017 yılında 144 ülke içinde 131’inci sırada yer aldıysa, bunun nedeni, toplumda erkek egemen yapının ve zihniyetin kırılamamasından başka bir şey değildir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve lalehaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.